Öyle bilgiler vardır ki, insan bunlara sahip olduğu halde yaşamını nasıl sürdürebildiğine hayret eder. Sonra, başka insanlar da bu bilgilere sahip olduğu halde, dünyanın nasıl böyle dönmeyi sürdürdüğüne şaşırır. Ama mesele kısmen de bu bilgilerin yaygın dolaşıma girmiyor olmasında değil midir zaten?
Gazetelerin manşetlerine, televizyon ana haber bültenlerine girmeyen bilgilerdir bunlar. Oysa insan yaşamının en derin, bağışlanması en zor acılarına dairdirler: insanların beden ve ruh bütünlüklerine saldırılara, yaşamdan koparılmalarına, günlük hayatta sahip oldukları en sıradan şeylerin bile ellerinden alınıvermesine, insan ve vatandaş olarak haklarım dedikleri her şeyin beyhudeliğini anlamalarına yol açan, ezici devasa bir sistemin işlemesini sağlayan çarkların yol açtığı deneyimlerdir: keyfi tutuklamalar, kayda geçmeyen gözaltılar, yok oluveren insanlar ve işkence...
Bunlar insanlığın yüzyıllarca mücadele ederek oluşturduğu hukukun, olağanüstü koşullar adına, istikrarın sağlanması adına, kamu güvenliği adına askıya alındığı durumlardır ve BM üyesi ülkelerin yarısından fazlasında, mevcut yasalara aykırı olduğu halde artarak uygulanmaktadır zulüm politikaları.
Kate Millett, elinizdeki kitapta ilk elden tanıklıklara dayanarak bu uygulamaları anlatıyor. Yirminci yüzyılda işkencenin nasıl geri döndüğünü, nasıl uygulandığını, nelere malolduğunu gösteriyor: Görmezden gelmekle ortadan kalkması mümkün olmayan, bakışımızı başka yöne çevirmekle yok edemeyeceğimiz işkence olgusuyla yüzleşmeye ve ona karşı sesimizi yükseltmeye çağırıyor bizi.