Günlük dilde sıkça kulladığımızın aksine geçmiş, tarih; ya da tarih, geçmiş değildir. Geçmiş, şimdiye kadar olup bitenlerdir. Onu değiştiremeyiz, yeniden yaşayamayız. Çok çok yeniden kurgularız, öyküsünü anlatabiliriz. Buna da tarih deriz. Bunu yaparken ölmüş nesillerin ağırlığını bir kabus gibi kafalarımızda taşırız. İnsanların kendi tarihlerini (geçmişlerini) kendilerinin yaptığını ama bunu kendi özgür iradelerine göre değil de tevarüs ettikleri ya da doğrudan yüz yüze geldikleri belirli koşullar altında yaptıklarını söyleyen Karl Marx´ın bir saptamasıdır, ölmüş nesillerin ağırlığını bir kabus gibi kafamızda taşımamız keyfiyeti.
Bu kitapta yer alan yazılar, haşa, söz konusu kabusu ortadan kaldırmak iddiasıyla değil (zira o kabus öyle kolay kolay yok edilecek türden değildir); min gayri haddin o kabusun farkında olan bir bilinçle yazıldı. Birkaç yıl önce, kimi imlaya gelmez tarih yazılarını, İki Arada Bir Derede başlığı altında toplamıştım. Aslında bu yazıların da bir kısmı iki arada bir derede yazıldı. Ama çoğunluğu, cenderede yani üniversitede yazılan yazılardan oluşuyor. (Yanlış anlaşılmasın, burada üniversitedeki meslektaşları rencide etmeye yönelik bir telmih ya da soyut üniversite kavramına bir gönderme yok; yalnızca bir durum saptaması var. Bugün üniversitenin her anlamda nasıl bir cendere haline gelmiş olduğunu en iyi onlar biliyorlar).
(Arka Kapak)