Türkiye, Nizam-ı Ceditten Güçlü ekonomiye geçiş programına kadar iki yüz yıldır bir yenilgi tuzağına düşmekten yakayı kurtaramadı. Bütün bu zaman zarfında üretilen tüm kavramlar veya hakim retorik, hep aynı anlama gelen şeylerdi. Hepsinin ortak paydasında Batıda ortaya çıkan kapitalizme uyum sağlamak vardı. Nizam-ı Cedit, asrileşme, muasırlaşma -daha sonra bu kavram çağdaşlaşma olarak yeniden sahneye çıkacaktı-, batılılaşma, modernleşme, kalkınma, istikrar, yapısal uyum, şimdilerde güçlü ekonomiye geçiş vb... esas itibariyle sömürgeleşmenin başka kavramlarla ifadesinden ve başka araçlarla sürdürülmesinden başka bir şey değildi. Velhasıl, kapitalist gelişmenin faklı evrelerine uyumu ifade eden, olup-bitenleri meşrulaştıran, karamın gerçek anlamında bir retorikti.
Dünyanın kalanının da kapitalizmin ilk defa ortaya çıktığı ve ortaya çıkar çıkmaz hakim duruma gelen emperyalist ülkeler gibi olması, onlara benzemesi, iki bakımdan olanaksızdır: Birincisi, kapitalist üretim tarzı kutuplaştırıcıdır, hiyerarşi üretmeye mahkumdur; İkicisi de, herkesin Batı gibi zengin ve müreffeh olması ekolojik sınırlılık nedeniyle olanaksızdır. Artık iflas eden, iflası sürekli tekrarlanan bu Yenilgi Tuzağından kurtulmanın, paradigmanın iflas ettiğini kabullenmenin, velhasıl paradigmayı değiştirmenin zamanı gelmiş olmalıdır.