Yaylaktan kışlağa
Hayattan lügate
Yaşadığımız hayat, birdenbire ortaya çıkan Hüda-yı Nabit değildir. Hep
değişse de değişerek devam eder ve köklerinde bin yılların, yüzyılların
toplumsal ve tarihi tecrübesi vardır.
Konuştuğumuz kelimeler, deyimler ve atasözleri lafızdan ibaret değildir.
Onların arkasında geniş bir dünya saklıdır.
Taşlara, kağıtlara, kitaplara hepsinden de önemlisi halkın ölmez hafızasına yazılmış; sürekli genişleyen ve yenilenen, ama eksenini hiç kaybetmeyen bir dünya.
Giydiğimiz elbisede, yediğimiz yemekte, oynadığımız oyunda, söylediğimiz türküde, yaktığımız ağıtta, kısaca; doğumda, düğünde, bayramda ve ölümde
kullandığımız; inançların, üretimin, ticaretin, yardımlaşmanın velhasıl hayatın kendisi olan kelimelerin insanı nasıl çepeçevre kuşattığının hikayesi.
Kah lügatten günümüze kah günümüzden lügate giden bir çalışma;
Hayat gibi, kelimeler gibi.
Yaylakta; çadırda, ağılda, otlakta, Kışlakta; evde, işte, çarşıda pazarda, camide, kahvede, düğünde, cenazede geçer günlerimiz.
Hep kışlayanlar olsak ne gam, hayat devam ediyor!
Biz kelimelerle sevinir, kelimelerle ağlar, kelimelerle konuşur, kelimelerle düşünürüz.
Biz önce söyler veya yazar, sonra yaşarız.
Biz önce yaşar, sonra söyler veya yazarız.
Yaşadığımız müddetçe söylemeden veya yazmadan yapamayız.
Ama neyi ne zaman yapar, neyi ne zaman söyleriz?
Ettiklerimiz yaptıklarımız, dinlediklerimiz söylediklerimiz neyin nesidir?
İşte bütün bunların hikayesi.
Kültürden kelimelere, kelimelerden kültüre giden bir çalışma.
Mustafa Nadir Önay önce objektifle görsel belgeseller için, sonra bu kitapta
toplanan yazılarıyla Türkçe´nin sihirli dünyasına girdi.
Annenin ninnisi, aşığın deyişi, garibin duası, çocuğun tekerlemesi olarak tarihin dehlizlerinden geçip bir çeyiz sandığı gibi günümüze ulaşan dili ve toplumsal yansımalarını Anadolu´nun yaylaklarında, kışlaklarında buldu.
Bu kitapta size onlardan bir demet sunuluyor.