Sıcağın toprağı kavurduğu kızgın bir yaz gününün Öğlen sonrasıydı. Serince akmakta olan çayın iki yakasındaki kumsallar, çıplak çocuklarla kaynıyordu. Kız çocukları, ayıplanmasın diye bir kayalıkta kümelenmiş, üzerlerindeki elbiselerle kalabalık bir akbaba sürüsünü andırıyorlardı. Suyun şarıltısı, çocukların, kuşların, binbir börtü böceğin sesleriyle karışmış; zihinleri dindiren, insanı dertlerinden ve kederlerinden arındıran bir ilaç gibi geliyordu. Kıskançlıkla ve de imrenerek yaşıtlarına bakmakta olan kız çocuklarının oturduğu kayanın dibindeki su birikintisi, yosun yeşili bir gölcük oluşturmuş, biriken su kendi çevresinde dönüyordu. Burası oldukça derin görünüyordu. Üstlerini hepten çıkarmış, birer kırlangıç kadar çevik olan ve de bir o kadar ciyakiayan erkek çocukların keyiflerine diyecek yoktu.