´Tren, öfkeli bir zangırtı tutturmuş gidiyordu. Sık aralıklarla dizilmiş ufak istasyonlarda durması gerektiğinde, bir an sabırsızca bekliyor, sonra yine çayıra dalıyordu. Ama ne kadar yol aldığı belirsizdi. Çayır, ara sıra gelişigüzel silkelenen güneş çalığı bir battaniye gibi şöyle bir dalgalanıyordu, o kadar. Tren hızlandıkça zangırtı da artıyor, göz korkutuyordu. Guy gözlerini pencereden ayırdı, koltuğuna yaslandı. En iyi olasılıkla Miriam boşanmayı erteleyecekti. Belki boşanmak istemiyordu, tek istediği para koparmaktı. Bir gün ondan boşanma umudu var mıydı gerçekten? Ona duyduğu yoğun nefret, düşüncelerinin akışını sekteye uğratıyordu galiba, New York´ ta mantığının gösterdiği çıkış yollarından şimdi çıkmaz yollara sapıyordu. Yolun ucunda Miriam dikiliyordu, az ötede, çilli pembe teninden sağlıksız bir ısı saçarak, pencerenin önündeki şu çayır gibi. Katı ve hain.´
Polisiye romanın kraliçesi Patricia Highsmith, bu romanında Amerikan toplumunu kıyasıya eleştirirken, Amerika´ nın ürettiği en yoz, en kötü örnekleri sergiliyor: İşlenen bir cinayet karşısında kılı bile kıpırdamayan, sorumluluktan kaçan, eline para geçince bir üst sınıfa tırmanmaya çalışan, lüks evler, geniş çimenlikler, semt klüpleri, yerel süpermarketler peşinde koşan bir güruhu. Alfred Hitchcock´ un aynı adla sinemaya uyarladığı bu sürükleyici roman, usta yazarın ilk yapıtı olma özelliğini de taşıyor.