Tasavvufu insanın lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilip hâlen yaşaması olarak da tarif edebiliriz.
Din mücerret bir mefhum olmadığı gibi, sâdece şekil ve merasimler topluluğu da değildir.
İlâhî olma özelliklerini kaybetmiş dinlerin kullandıkları müşterek sembollerin hakikat cihetinden değerlendirildiği ve her dinde değişmeyen asgarî müştereklerden hareket edildiği zaman farklı dinlere mensûb insanların birbirine yaklaşması daha kolay olacaktır.
Kur ân-ı Kerîm de mevcûd kıssaları, ayrıca bu mülâhazalarla okuyup değerlendirmek ve günümüze kadar bu değerlendirmeleri yapanların eserlerini incelemek, irşâd noktasından önemli adımların atılmasına vesile olacaktır.
Peygamberler ümmetlerinin istidadına uygun olanı tebliğ etmişlerdir. Peygamber (s.a.J den sonra gelen bütün insanlar kıyamete kadar Muhammedi istidada sahip olarak yaşarlar. Bu yüzden Muhammed ümmeti ümmet-i icabet ve ümmet-i davet olarak iki kısımda değerlendirilmiştir. Ümmet-i icâbetin vazifesi bir taraftan kendi içbirliğini ve İslâmî kemâlini temin etmek, diğer taraftan da ümmet-i dâveti irşâd için faaliyet göstermektir.
Dînin bilgiden ziyâde sevgiyle alâkalı olduğu göz ardı edilmemelidir. Gönülsüz, ruhsuz, sevgisiz bir irşâd, irşâd değildir. Bürûdet kalblerdeki aşkı, sevgiyi öldüren, söndüren, gönül aynasını bulandıran bir vasıftır.
İslâm sâdece secdeye eğilen başımızda, Kur ânla nûrlanan yüzlerimizde, ezan sesleriyle coşan gönüllerimizde yaşamalıdır.
İslâm ahlâkı, Kur ân ahlâkıdır. Sevgisi, ıztırâbı, çilesi ve fedâkârlığı olmayan kimseler bu ilâhî nurdan mahrum olurlar. Hâriçte zahir olan hakikatler birbirinden ayrılmış gibi görünebilirler; fakat bunların hepsi insanda tek şey hâlinde bulunur. İslâmî ilimleri fıkıh, tefsir, hadis, kelâm, tasavvuf vs. olarak ayrı ayrı saymak mümkündür. Bunların hepsi bin Müslüman da birleşmiştir.
Gönül toprak altında çürümez; bu yüzden gönül mahsûlü olan şeyler ebedileşir. Dünyâdaki hizmetlerini berzah âleminde de devam ettiren gönül erlerimiz hâlâ aramızda yaşıyor, biz öldükten sonra da yaşayacaktır. Gerçek ideale ulaşmak servetsiz, şöhretsiz ve devletsiz ilâhî irâdeyle kucaklaşmaktır.
İslâm ın çizdiği çizginin dışında, farklı mülâhazalarla çizilen çizgiler, dînin haram kıldığı zümreciliği ve ihtilâfı celbeder. Bu davranışlar sevgisiz bir topluluk meydana getirir.
İslâm tasavvufunu târihî seyriyle asır-be-asır değerlendirmek, her devri kendi içtimaî yapısı içinde ele alarak incelemek, birçok peşin hükümleri ve yanlış anlamaları zihinlerden silecektir.
Tarîkatleri, tasavvuf için bir vâsıta olarak kabul etmeliyiz. Mezheblerin zuhurundan önce de îtikad ve amele âit hükümler bulunduğu gibi, tarîkatlerden önce de tasavvuf aynı minval üzere yaşanıyordu.
Bir düşünceyi, fikri, duyguyu, çeşitli meslekleri kendi hâline terketmek, kalıcılığını ve gelişmesini tehlikeye sokar. Spor, bütün beden hareketlerini içine alan bir mefhumdur. Kulüpler bu faaliyetleri bir disiplin altına alan ve iyi sporcu yetiştirmeyi amaçlayan müesseselerdir. Onlarsız da spor yapılabilir; fakat spordan beklenen verimlilik ve fayda sağlanmış olamaz.
Biz bu iddiasız kitabımızda tasavvufu ve müesseselerini -müfredatın fazlalığından dolayı- muhtasar olarak ele alabildik.
Din psikolojisi ve din sosyolojisi mütehassısları için en büyük malzemenin, tasavvuf ve onun bir teşkilâtı durumunda olan tarîkatlerde bulunabileceğini hatırlatmak isteriz.
Milletler bâzı bilgileri zamanla kaybetmiş olabilirler. Bu yitikin nerede bulunursa alınması peygamber fermanıdır. Yabancı malzemelerle hazırlanmış ilimlerin nakli ise, milletlerin hafızalarını ve dehâ eserlerini yok eder.
İlim taliplerinin her mevzu için ayrı ayrı araştırma alanları tesbit etmeleri pekçok istifhamları da ortadan kaldıracaktır.
Tasavvufun doğuşu, ilk mutasavvıflar ve o devirde yazılmış temel eserlerin çok dikkatle okunması, ıstılah ve sembollerin, bilhassa psikologlar tarafından incelenmesi, tasavvufi özelliklerin hedeflediği faydaların da göz önünde tutularak değerlendirilmesi ve bu hususlarda müstakil eserler yazılması, insanlık için büyük faydalar sağlayacaktır.
Tasavvufun özellikleri bölümünde mevcûd mevzular, daha geniş bir tarzda ele alınabilir; şeyh-mürid münâsebetleri, halvet ve zikir gibi hususların ferde ve cemiyete sağlayacağı faydalar, çeşitli yönleriyle açıklanabilirdi. Müfredatın fazlalığı buna da imkân vermemiştir.
Makâmât ve ahvâl cümlesinden olan çeşitli ıstılahlar, ilk kaynaklardan itibaren, zamanımıza kadar, çok az değişikliklerle îzâh edilmiştir. Biz bu ıstılahlardan da bir kısmına yer verebildik.
Müslümanlara bakıp, İslâmiyet hakkında kanâat sahibi olmak ne kadar yanlışsa, aslından uzaklamış veya uzaklaştırılmış tasavvuf müessese ve mensûblarına bakıp hüküm vermek de o kadar yanlıştır.
İhtilâf, beşerî bir vasfımızdır. İslâm ı bir bütün olarak yaşamak, ilâhî irâdeyle kucaklaşmak güzel bir idealdir; fakat bunu hayâtında kaç kişi başarabilmiştir?
İslâm âleminde zuhur eden düşünce ve fikirlerin bütünüyle Hak ve hakikati ifâde ettiğini iddia edemeyiz. Yanılmazlık vahyin bir neticesi olan Kur ân-ı Kerîm ve sahih hadislerdedir. Bâtınîlik, âyet ve hadîsleri her mezheb veya teşkilâtın kendine göre yorumları, fıkıhta ve kelâmda meydana gelen fırkalar; fırâk-ı dâlle ve fırkayı nâciye tâbirleri, ihtilâflarla dolu bir dünyâda yaşadığımızın habercileridir.
Bu tür hallerin tasavvuf adı altında da olabileceğini, diğerleri gibi tabiî görmek lâzımdır.
Ayrıca tarîkatlerin başlangıçtan zamanımıza kadar geçirdiği safhaları, faaliyetleri ve içtimâi hayattaki yerleri hakkında da araştırmalara ihtiyaç vardır.
Tasavvufun tefekkür ciheti ayrı bir araştırma mevzuudur. Şu âna kadar bu hususla alâkalı ciddî bir çalışma yapıldığını söyleyemeyiz.
Kitapta yer alan Vahdet-i Vücûd ile alâkalı bölümü, diğer mevzular gibi muhtasar bir tarzda ele alabildik. Bu bahislerle alâkalı temel eserlerin neşrinin, ilerde müstakil te lif kitapların yazılmasına vesile olacağına inanıyoruz.
Yine kitapta yer alan tarîkatlerin her biri hakkında ayrı ayrı bilgi vermek mümkün olmadı. Anadolu da yaşamış ve yaşayan tarîkatleri kısa da olsa tanıtmayı hedefledik.
Kitabın tarîkatler kısmının sonuna ilâve ettiğimiz Ahmed Rifâiye âit bölümü Fakültemiz öğretim üyesi sayın Prof. Dr. Mustafa Tahralı hazırlamıştır. Bu zahmetinden dolayı kendisine teşekkür borçluyum.
Yayına hazırladığımız bu son baskıda yer yer ilâveler yapılmış, kitab baştan sona kadar tekrar elden geçirilmiştir.