Aşağı yukarı 1300de ilk mekanik saat icat edildi ve derhal her yerde kabul gördü. Katedral, kilise ve sarayların böyle bir saate sahip olmaları gerekiyordu; salt saati söylemeye yarayacak bir modele değil, aynı zamanda tarihi, haftanın gününü, burçlar kuşağını, ayın halini ve başka yararlı ne varsa gösteren bir saate sahip olmak bir yurttaşlık onuru konusu haline geldi. Bu yeni icatlara, iki yüz yılı aşkın bir süre Doğuda hiç kimse en ufak bir ilgi göstermedi. Tek istisna, Fatih Sultan Mehmedtir. Fatih, Venedik senyöründen 1477deki barış antlaşmasından sonra kendisine bir gözlük yapma yeteneği olan bir cam ustası, çalar saat yapabilecek bir saat ustası ve iyi bir ressam göndermesini istedi. Söz konusu ressam Gentile Belliniydi. Onu ünlü Fatih portresinden biliyoruz ama diğer iki ustanın adları bilinmiyor. Fatihten sonra üçüncü Padişah olan Kanuni Sultan Süleymanın değerli sanat eserlerine olan sevgisi, Venedikli zanaatkârlar için çok önemliydi. Beğeneceği kadar güzel bir şeyi satın alacağı kesindi çünkü. Marino Sanudo 2 Ekim 1531de Venedikte, içinde bir saat bulunan altın bir yüzük gördü. Minicik boyutuna karşın saat mükemmel çalışır durumdaydı, zamanı gösteriyor ve saat başlarında çalıyordu. Bu saatin Kanuni Sultan Süleyman tarafından satın alındığını ve saati yapanın, Vicenzalı Giorgio (Capobianco) olduğunu bir mektuptan öğreniyoruz. Sultan Süleymana ulaşan bir sonraki saat epeyce farklı boyutlardaydı; arz odasına taşınabilmesi için on iki adam gerekliydi. 1541 yılıydı; Türkler Macaristanın başkentini fethetmişti, Kral Ferdinand çaresiz durumdaydı ve ancak bir barış antlaşmasıyla kendisini kurtarabilirdi. İlk iş, Avusturya elçilerini kabul etsin diye sultanın memnun edilmesiydi. Elçilerin 1541 Eylülünde yanlarında getirdikleri hediyeler, altın ve mücevher bezeli bir kadeh ve bir saatle bir gökevini birleştiren gümüş bir makineydi. Yalnızca saatleri belirtmekle kalmıyor, karmaşık bir düzenek sayesinde Güneş, Ay ve tüm gezegenlerin hareketlerini de gösteriyordu. Elçilik heyetiyle birlikte gökevini tasarlamış olan kişi de geldi ve gökevinin, her ne zaman gerekirse nasıl tamir edileceğine dair yazılı talimatlar bıraktı. Oysa aşağı yukarı üç yüz yıl önce bir gökevi, sultandan imparatora hediye olarak ters yönde yolculuk etmişti. Sonraki yüzyıllarda Batılı hükümdarların Osmanlı Sultanına ve saray mensuplarına eşitli saatler hediye etmeleri neredeyse bir gelenek halini aldı. Ama hep değerli bir hediye olarak bakılan bu araç yavaş yavaş günlük hayata giriyor ve Osmanlı pazarında büyük bir talep yaratıyordu. Bu nedenle 17. yüzyılda Galatada birçok cep saatçisi dükkanı açıldı. Bu dükkanları Batıdan gelen ustalar kuruyorlardı. Sonraki yüzyılda ise sanayi imaları cep ve duvar saatleri Osmanlı pazarlarını istila edecekti.