Klasik öykü anlayışında ağırlık konudadır. Bunun gerek dünya edebiyatında, gerekse bizim edebiyatımızda çok güzel örnekleri vardır. Bu aşılmalıdır. İlginçlik, sürükleyicilik, konuya dayanmamalıdır diyorum. Öykü ancak okunarak beğenilsin; bir başkasına konusu özetlenip anlatılınca öykü, öykülüğünü yitirsin istiyorum. Ama okur, öyküyü okumaya başlayınca, öyküden kopamasın, yapışsın öyküye, sonuna kadar sürüklesin öykü onu. Bu, elbette okurun değil, öykünün görevidir. Sular Ne Güzelse adlı bu kitabımdaki öykülerde bunu gerçekleştirmeye çalıştım. Bunun için de anlatım, kurgu, sözcüklerle oluşturmaya çalıştığım görüntüler çok öne geçti. Bu öykülerin ortak bir özelliği daha var: Bir yeniyetmenin gözüyle anlatılmaya çalışılan yaşanmış hüzünlü zamanlar; anlar, günler, aylar. Ama bu öyküler, bir anılar toplamı değil. Elbette yazdıklarımda kendi çocukluk, yeniyetmelik dönemimden yola çıkışlar oldu; ama anılarımı yazmadığım bilinmelidir. Hangi öykü, yaşanmış bir zaman kesitinden, bir küçük görüntüden yola çıkmaz ki. Ama iyi bir öykü, yalnızca yaşanmışların anlatısı olamaz, bununla yetinemez. Yaşanmışlık duygusunu verebilmek, okurun yüreğinde yer edebilmek, o anlatının, o öykünün başarısı sayılmalıdır.