Her ne kadar sözettiğimiz bu tarihsel gerçeklik, M.Ö. 70´li yılları kapsayan ve Roma İmparatorluğu toprakları üzerinde yaşayan bir olgu olsa da, salt bu döneme ve alana özgü olan bir biçem değildir. Burada, şiddetin; her yüzyıla ve insan oluşumlarına ait sınır tanımazlığını, kazıklara insan kafası takip kurutanlardan daha vahşi ve daha aciz, onun daha da üstünde bir kavram bulacağız birlikte. Yaşam araçlarının modernleşmesi, insanoğlunun bilimde, eğitimde, kültürde, ekonomide, insan hakları alanında bulunduğu yeri genişletmesi zulmü, sömürüyü, vahşeti ikibin yıl öncesinden daha hafif hale getirmemiştir. Pekçok kişi çeşitli versiyonlar altında tarih sahnesindeki rolünü terketmek istememiş, günümüze kadar salgın bir virüs gibi taşınan sığı ve yoz değerlerle uzlaşma yoluna gitmiş, direkt ve indirekt olarak bu çürümüşlüğün içinde yer almıştır. Bazen aktif olarak, bazen de tepkisiz kalarak. Bu yüzden M.Ö. 70 yılları Roma İmparatorluğu´nun tepesinde bir kambur değil, insanlığın, insan olmanın tepesinde bir ayıp olarak algılanmalıdır. Yeryüzü üzerinde bulunan ve sömürü düzeninin egemen olduğu bütün ülkelerde zulme ve vahşete dair yüzlerce örnek bulmak mümkündür. Aldatıcı olan ise bu yaşanmış ve yaşanmakta olan vahşeti, tarih kitaplarının arasında sıkışıp kalmış, artık bitmiş, tükenmiş bir masal olarak görmek olabilir ancak.