Sinan´ın Ağırnas´ta doğup devşirilmesi, İstanbul´a gelmesi, bin bir serüvenden ve savaştan sonra, Süleymaniye´yi, Selimiye´yi gökyüzüne nakşetmesi, bir su damlasının gökyüzünden kopup belirli bir noktaya düşmesi kadar kaçınılmaz mıydı? Belki Sinan rastlantıya inanmıyordu ama, rastlantı Sinan´a muhakkak inanmıştı...
Mimar Sinan´ın doğduğu, çocukluğunu yaşadığı topraklara yaklaşık 450 yıl sonra sürgün giden Abidin Dino, orada Süleymaniye´nin henüz boy vermediği çağı düşler: Orta Anadolu´da bir köylü çocuk çamura bata çıka yürüyordu. Talas´ın bağları geride kalmış, Sinan, Derindere´ye yol almıştı. Aklından Hond medresesinin kapı nakışlarını geçiriyordu. Bir gün,
acep, daha iyisini yapabilir miydi? Niçin yapmasın, taş olduktan sonra her şey yapılabilir!
Abidin Dino´nun düşsel bir yaşamöyküsü niteliğindeki Sinan´ı, Anadolu topraklarında boy atmış ozanlara, mimarlara, aşıklara büyük ilgi duymuş, yazılarında onları anmış, resimlerinde onlardan devraldığı özü yansıtmış usta bir sanatçının, bir diğer ustaya selamı...
(Arka Kapak)