Ekonomiye öylesine bağlandık ki eğitim ve öğretimleriyle insandaki gerçek derinlikten -aşk ve ölüm dramı, alın yazısı sorunu- var olan şeyle ilgili en kaygılı olması gereken kimselerin bizzat kendileri korkunç bir burgaca sürüklendiler, yakalandılar, toplumsal mekanizmaya tamamen kapılıp gittiler ve daha dün, uğruna her şeyi vermiş oldukları bu sonsuz insanı unuttular. Bu kimseler zannediyorlar mı ki dünyanın izahı bu fabrikalarda, bu imalatlarda, bu bankalarda olsun; insanın izahı işlerinde, ekmek ve kazanç için mücadelesinde ya da kısacası meslekî edimlerinde olsun?
*
Fakat en basit romancı bilir ki ruh dünyası Tanrıdan pek de kolayca vazgeçemez. Hâlâ insanlar vardır, bu insanlar için Tanrı vardır, sadece Pazar ayininde haftada bir saat ve sözde değil, her zaman ve bütün bedenlerinde vardır Tanrı.
Ruhların alınyazısı: Günahın ve meleğin bilinmez mücadeleleri, iç isyanlar, sıçramalar, geri düşüşler, derinlerden yükselen bazen bilincin kıyısına kadar bile varmayan çığlıklar; yüzlerin, gözlerin arkasındaki şey.... İşte romancının görmeye çalıştığı şey.
*
Yazmak, sürekli bir acıdır, zira yazmak, elde kırbaç, sürekli hayata meydan okumaktır.
*
Hayır. Yazmak bir oyun değildir. Yazmak, kendisini gerçekleştirmek için kendisini yok eden bir insanın yavaş işleyen bir intiharıdır. Ve belki de bu intiharın sonu yaşama çıkmıyor mu?