Psikanaliz öyküleri iki bölümden oluşuyor. Birinci kısım Kavanozdaki çocuk ve ikinci kısım Bir self-analiz öyküsü. Neden kavanozdaki çocuk? Bu onun, kendisine yakıştırdığı bir sıfat.
. . . Ben şimdiye kadar bir kavanoz çocuğu gibi yerleştirilmişim. Böyle bir besi yerinde korunan, istendiği zaman çıkarılan, sevilen ve tekrar yerine konan, insan ilişkisi nedir bilmeyen, her şeyi başkaları tarafından karşılanan bir çocuk. Sonra birden kavanoz kırılıyor ve hayatın içinde yalnız kalıyorsun.
. . . Ve haykırıyordu: Ne zaman düşüneceğim ben, ne zaman kitap okuyacağım, müzik dinleyeceğim, ne zaman gezeceğim?
. . . Karaciğerimden, böbreğimden hasta olsaydım tedavinin bitip bitmediği anlaşılırdı. Fakat öyle belâlı bir yerimden hastayım ki, tedavinin bitip bitmediği nereden anlaşılacak?
Bir self-analiz öyküsünün yazarı Bora Yıldırım ise terapi sürecindeki duygularını şöyle dile getiriyor.
. . . Duyguları hissetmekten yoruldum. Vicdan azabının baskısından yoruldum. Kendime zarar vermekten yoruldum. Çelişkilerden, duyguların baskısından, ağlamaktan, kormaktan yoruldum. Neden ben? Bunlar bana olmak zorunda mıydı? İyi miyim, kötü müyüm? Kendimi seviyor muyum? nefret mi ediyorum? Artık bıktım. Şüphe etmekten, umut etmekten, hep aynı şeyleri yaşamaktan, hissettiklerime uygun kelime bulamamaktan, yazdığım bu notlardan, bu notları yazan elimden...
Psikanaliz Öyküleri terapinin kelimeler sığmayan yaşantısını aktaran gerçek yaşamdan alınmış satırlar. Herkesin bir ölçüde kendisine de bulacağı bir insanlık öyküsü...