Açıkçası, benim itirazım, metinlerin dışında hayat olmaması değil, tam tersine, metinlerin içinde hayat olmamasına yönelik. Hayatla her türlü temasını yitirmiş, soyut değil hangi yazı soyut değildir ki?- ama son derece soğuk bir yazı yığını içinde eşelenip duruyoruz. Aradığımız, azıcık da olsa bir sıcaklık...
Şükrü Argın, her şeyin metalaştığı bir şimdiki zaman diktatörlüğünde, bu cehennemî labirentte, umutla yolunu arıyor. Modernlik, zaman, mekân, yolculuk, postmodernite, özne, sol, Marksizm gibi kavramların anlam dehlizinde; filozofça, dertli dertli, kafasında sorularla, anlamak için...
Yeni zamanlara, flûlaşan geçmişe ve geleceğe inat, eleştirel mesafesini kaybetmeden, mahcup bir cüretkârlık, mütevazi bir iddialılık, takıntısız bir odaklanma, anlaşılır bir derinlik, kaygılı bir umutla; aklın kötümserliğine inat, iradenin iyimserliğiyle düşünmeye çalışıyor o. Modernliğin Sıkıntıları üzerine, Kapitalizmin Kötülüğü üzerine, Sosyalizmin Mağlubiyet Acıları üzerine... Garantisiz bir dünyada, üslûpçu değil üslûplu, ahlâkçı değil ahlâklı; düşüncenin yolu-yordamını, entelek/tüelin durumunu, sözün ve yazının hallerini kovalayan yazılar bunlar...
Nostalji ile Ütopya Arasında, Şükrü Argına aşina olanlar için de iyi bir fırsat. Hem kişisel, hem de kamusal bir muhasebe için...
Çünkü bu yazılar, sadece yazı olsun diye değil, bir derdin peşinde yazıldılar.