´Yunus´a Rabbin şu sözü geldi: Kalk, Nineve´ye, o büyük şehre git... Ve Yunus kalktı ve Rabbin sözüne göre Nineve´ye gitti. Nineve çok büyük bir şehirdi; genişliği üç günlük yoldu. Ve Yunus şehre girmeğe başladı, bir günlük yol yaptı ve çağırıp dedi: Daha kırk gün var ve Nineve yıkılacak... Rab dedi... Nineve için, o büyük şehir için acımıyayım mı?
Kitab-ı Mukaddes´teki birçok mesele konu olan ´eski günlerden beri suların havuzu´ diye nitelenen uygarlıkların beşiği, görkemli bir şehir. ´Ateş orada seni yiyip bitirecek; kılıç seni kesip atacak´ sözleriyle Tanrının gazabına uğramış lanetli şehir; Ninova. Üç bin yıl boyunca kuşaktan kuşağa gelmiş bitmez bir efsane. (...) İnsanoğlunun en eski hayali Şark´taki Eden, yani Cennet Bahçesi, tüm Yukarı Mezopotamya´yı sulayan bereketli Fırat ve Dicle, dağların arasından kavisler çizerek akan Zap ve Habur, üç yüz arşın uzunluğunda, elli arşın genişliğinde ve otuz arşın yüksekliğinde olan Nuh´un gemisi, Tanrı´nın gazabına uğramış insanoğlunun bir tufanla yokolması, yedi ay, on yedi gün boyunca hep sular üstünde kalan ve sonra Cudi´nin doruklarına inen insan ve hayvan soyunun kurtarıcısı gemi, ağzında yeni koparılmış bir zeytin yaprağıyla gemiye dönen güvercin, çoğalmaya başlayan Nuh soyu, Nuhoğullarının kurduğu şehirler, Babil, Ur, Erek, Akkad, Kalne, Aşur, Kalah, Reseni ve Ninova. (...)
Üç bin yıllık bir tarihi içeren tüm bu merak, araştırma ve gezilere son noktayı koyan, Ninova´yı yeniden tarih sahnesine çıkaran ve bir efsaneyi gerçek bir tarih haline getiren Austen Henry Layard oldu. Rivayetlerin gizemli seslerine sığınarak, el yordamıyla bulunan ve büyük serüvenlerle İngiltere´ye, British Museum´a taşınan o insanlık hazineleri, çağdaş arkeolojinin de temellerini oluşturdu.
Layard bize şunu öğretti; harabelerden yükselen sesler bize ait geçmişin sesleridir. Geçmişin seslerini duymayan, geleceğin sesini duyamaz.
Harabelerden yükselen seslerin kaybı, vicdani ve ahlaki çöküntüdür.
Mehmed Uzun