Auguste'ün acıklı yüzüne çizilmiş o olağanüstü gülümseyişin parıltısını hiçbir şey eksiltemezdi, hiçbir şey. Seyircilerin karşısına çıkınca kendine özgü bir niteliğe bürünürdü bu gülümseyiş, dalgın, büyütülmüş, açıklanamayan şeyleri belirleyen bir anlam yüklenirdi. Aya uzanan merdivenin dibinde düşünceye dalardı Auguste, gülümseyişi yüzüne çakılı, düşünceleri ta uzaklarda. Kendinden geçme deneyiminde öylesine ustalaşmıştı ki seyircileri onu gözlerken bütün aykırılıkların özetleninişini izlermiş gibi olurlardı. Halkın sevgilisinin daha ne numaraları vardı ama bunu ondan başka kimse beceremiyordu. Yükselişin doğaüstü yanını tanımlamak hiçbir soytarının aklına gelmemişti daha önce. Geceler boyunca oturur, yelesi yere altın çağlayanlar halinde dökülen beyaz atın dürtmesini beklerdi. Kısrağın ılık ağzının ensesine değişi, sevgilinin ayrılık öpücüğü gibiydi, usulca uyandırıyordu, çimenleri birer birer canlandıran çiğ tanelerinin usulluğuyla. (Kitabın Girişinden)