Julian Barnes, ilk öykü kitabı Manş Ötesi´nde, o kendine özgü ironik anlatımı ve ayrıntı zenginliğiyle, yazarlığının ana izleklerinen birini işliyor: Üç yüzyıl aşkın bir zaman dilimi içinde, Fransız kültürel coğrafyasının İngilizler tarafından keşfi... Çeşitli zaman dilimelrine yayılan on ööykü, tek tek ya da bir bütün olarak, İngitlere ile Fransa arasındaki o tuhaf ve sürekli çekimin yazınsal izdüşümerinin ardına düşüyor. Barness kitabına, ortak bir ana damardan beslenerek gelişen ve her bir öyküde yeni ayrıntılarla zenginleşen karmaşık bir izlekler ağı kurarak, en başta sanat-yaşam çatışması izleği olmak üzere tarih, sanat, ölüm, belleğin insan yaşamındaki karşı konulmaz ağırlığı, adalık zihniyetinin sınırlayıcılığı gibi birçok yan izleği ustalıkla işliyor; Barnes; ´kişisel anıları silmekten başka bir şey yapmadığı düşünülen Tarih´i, artık yolun sonuna gelmiş, dinsel inancı olmayan bir XIX.. yüzyıl müzisyenin gözündenn anlattığında da; I. Dünya Savaşı´nda şehit düşmüş olan kardeşinin kabrini aksatmaksızın ziyaret eden saplantılı bir kız karedeşin bakış açısından verdiğinde deusta yazarlık denen şeyin ne olduğunu görüyoruz. Kitaptaki bütün öyküler ince ince ilmeklerle dokunara, bir öyküde yer alan bir ayrıntı bir başkasında karşımıza yeni bir bağlamda yeni bir anlada çıkarak adeta yazınsal bir freskonun da yapıtaşlarını oluşturuyor. Hüsnü de, neşeyi de, hatta matraklığı da bir arada barındıran öyküler bunlar. Mans Ötesi; şaşırtıcı bir olgusal ayrıntı zenginliğini derin bir insan kavrayışıyla birleştiren, son derece dokıunaklı ve esprili bir öykü kitabı. Tutkulu Julian Barnes ouları için, gerçek bie yazınsal şölen...