Gene de mahpushane ağasız kalmadı. Bayraklılı Feti, azgın kurt gibi çıkıverdi ortaya. Bu da bir ağaydı. Hem de benzeri az bulunur cinsinden.Upuzun boy, kaytan bıyık, bıçkın bir delikanlı idi. Epeyi de parası vardı idarede. Bilek, yürek, para, bu üç şey bir arada her kula nasip değildi...Feti geçince arkasından gardiyanlar fısıltıyla söyleşiyorlardı: İşte Bayraklılı Feti Bey...Helal olsun, beş bin kaat para var idarede... Kitaplı ağaydı Feti, daima yanında okuyacak bir şeyleri bulunurdu. Neşesi yerinde ise arkadaşlarına Karakurt´un Allahaısmarladık romanını okurdu. Günler geçip yavaş yavaş eski ağaların namı silindiğinden, Feti Bey´in tutunması pek de zor olmadı. Kan dökmesine hiç de lüzum kalmadan on beş sene hapis yattığını ileri sürerek atılıvermişti orta yere. Sağı ve solu emniyetteydi. Yan bakan çıkmazdı pek... Mangal yürekli Trabzonlu Hasan Çağlar, Kastamonulu İbrahim Çavuş ona dahil oldular. Bu adamlara Feti Bey bir kere, Vurun! Demesin, hedef manda olsa işi tamamdır...Böylece Feti Bey, kisa zamanda, mahpushaneyi hükmü altına aldı. Tek tük direnen çıktıysa da çürük yumurta gibi kısa zamanda eziliverdi. Feti Bey, piyadece gezen azgın bir çete gibi, hareket halindeydi. Bir taraftan Malatyalı Ali Sırma´nın bıyığını yakalayıp, Burada kabadayılık yok ulan! Sen daha anlayamadın mı? diyerek dudağıyla birlikte yolarken, başka birini de bıçak taşıdı diye tokatlıyordu.
Arabın kendisine olan hayranlığını Feti Bey sezmekte gecikmedi. Çevresine karşı, çakmak taşı gibi sert, ateş alır gibi çabuk bir kavrayışı vardı. Arabı kazanmakla, istediği anda, istediği yere, kara tabanca kurşunu gibi atabileceği bir adam elde etmiş oluyordu. İbrahim ve Hasan Çağlar´da vardı peşinde ama onlar Feti Bey´in gizli silahıydı. Onları çetin bir meydan savaşı için saklıyor, olur olmaz şeylere koşturmuyordu.