Mamoste Kevanot, tevî xanima xwe Nêrgisa Koçer diçe Gunde Dînan. Cihê fesadî, dek û dolap û virekiyê. Û gundî; ji aliyekî ve ciwamêr, dilgerm û pakij, ji aliyê din ve; nezan, korfam û serhişk. Mamoste ji dizane ku du rê li ber hene: An wê dakeve pîvana wan û li wî aliyê wan î pakij rast bê an jî xwe ji wan dûr bixe û rastî aliyê wan î korfam bê. Kevanot bi zimanê wan dipeyive û dide ser riya yekemîn. Lê li wî gundê ku pîrebok û cin, însan û şeytan tevlihev dibe wê gotina Gebranê Baço rast derkeve:
Ku tu dakevî pîvana wan, bawer bike tu ê li wir bimînî tu ê di pîvana wan de bihetikî xoce tu ê pîvana wan de bifetisî û biçî. Di pîvan û dunyayên wan de ev kuçên vî gundê ha ê li te bibin labîrenteke cinan û tu ê ji nav dernekevî
Hesenê Mêtê di romana xwe de me li labîrent û dehlîzên tarî ê civakeke derengmayî digerîne, civakek ku labîrenta herî tarî û tevlihev mêjiyê însanên wê bi xwe ye.
Köye içeriden bir bakış
Hesenê Metê´nin ´Ecinni Labirenti´, Kürt romanının iyi örneklerinden. Kitap, yabancılaşmaya da bir başka açıdan bakıyor
...
...Hesenê Metê´nin yazdığı Ecinni Labirenti, aslında romandan ziyade bir ´novella´ olarak adlandırılabilir. Kısa ama etkileyici.
Küçük ve sıradan epizotlar şeklinde anlatılan romanda, günün birinde tayini başka bir köye çıkan genç öğretmen Kevanot´un, yanına Kürtçeden başka dil bilmeyen eşi Nergis´i de alarak, delilerin köyü olarak bilinen köye yerleşmesi anlatılır. Bütün bu bilgilerle Kevanot öğretmenin de ´onlardan´ olduğu, öğretmen olmasına rağmen anadilini unutmadığı sonucuna varıyoruz. Buraya kadar olan bölüm, bu tür romanlarda sıklıkla tekrar edilen, köylüleri aydınlatma, onlara rehber olma gibi motiflerle benzerlik gösterir. Ancak, benzer romanlarda bir aydınlanma figürü olarak gösterilen öğretmen tipi bu romanda tersi bir işlev görür. Romanın başında olumlu bir tip olarak gösterilen öğretmen, sonunda köylülerden daha çok ´oralı´ hâle gelir ki, deli diye addedilen, öğretmenin kendisi olur. Gerçekten de öğretmen, sonraları, köye ilk geldiğinde karşı çıktığı kuş avına çıkar, çocuklarla akla hayale gelmeyecek oyunlar oynar, köylülerle elini kaynar suya sokup sokamayacağına dair iddialara girer, giderek cin-peri masallarından en fazla etkilenen kişi hâline gelir. Girdiği ve bir türlü çıkamadığı labirentin sonunda da, köylülerin şikâyeti üzerine, akli dengesini yitirdiği gerekçesiyle görevden alınır. Öyle ki, romanın sonunda Kevanot öğretmeni anlayan, yaptıklarına hak veren tek kişi köyün ´resmi´ delisi Guzî olur. Böylece, aydınlanma metaforunun kendisi aydınlatılmaya muhtaç hâle gelir.
Böylece buradaki yabancılaşma ilişkisi tersinden bir seyir izlemeye başlıyor. Köylülerin ruh dünyaları karşısında yabancılaşan roman kahramanı, zamanla onların bu dünyalarını içselleştirerek, onları, iyi cinler diye bir şeyin olmadığına, bütün cinlerin kötü olduğuna inandırmaya çalışıyor. Dolayısıyla romanda asıl yabancılaşan kişiler köylüler oluyor.
´Evin dili´yle yazmak
Sert bir malzemeden yola çıkıyor Metê. Cin/peri hikâyeleriyle çalkalanan, bu hikâyelerin çocuklara kadar indiği, durmadan birilerinin delirdiği, yani olağanüstü bir malzemeden gerçeğe yakın bir anlatı çıkarıyor. Bunun başlı başına bir başarı nedeni sayılamayacağı açık. Ancak, Metê´nin buradaki asıl başarısı yarattığı atmosfer. Kuşkusuz, bunun Latin Amerika edebiyatındaki örnekleri hatırlatılacaktır. Ecinni Labirenti, yer yer büyülü gerçekçi Latin Amerika romanlarını andırsa da (ki bence bu ortak bir anlam dünyasından kaynaklanmaktadır) burada önemli bir fark vardır kanımca. Latin Amerika edebiyatında, özellikle de Marquez´de, bütün bu olağanüstü olaylar çoğunlukla politik bir göndermeye sahiptirler. Metê´de ise tam tersine, bütün bu olağanüstü olaylar ve onların kavranış şekilleri Kürtlere özgü ruhsal bir dünyanın karşılıkları olarak belirir.
Bunu yaparken olabildiğince sade bir dil kullanıyor Hesenê Metê. Kendi deyişiyle ´bizim evin dili´ne başvuruyor. ´Ev´ burada bir metafor olarak görülmelidir. Yazarın ´içeriden´ yazdığına dair yaptığı vurgu önemli. Ancak, evin (dilin) kendisinin bir sıkıntı imgesi olduğu hatırlanırsa, Metê´nin, bu evin dilinin içerdiği pek çok meseleyi sorun hâline getirdiği gözlenir. Bu açıdan, yer yer geleneksel anlatı diline yaklaşan Metê´nin öykülerinde problem hâline getirdiği anlatma sıkıntısı hatırlanmalıdır. Müthiş bir ironi duygusuyla yazılan Tanrı Oku Dedi Yaz Demedi, adlı öyküler seçkisinde yer alan ´Sancı´ öyküsünde, yazmanın kendisini sorun hâline getirir Metê. Yıllardır ondan kalın bir roman bekleyen köyüne karşı mahçup olan, yazamayan, nasıl yazacağını bilemeyen, Kürtçenin en önemli yazılı metinlerini vermiş isimlerinin resimleriyle durmadan yazma konusunda sohbet eden öykü kahramanı (Darinê Daryo) hatırlanırsa, Metê´nin başından beri, anlatının kendisini sorunsallaştırdığını, Kürtlere özgü bir anlatının peşinde olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Son yıllarda Kürt romanı neredeyse Mehmed Uzun´la anılır oldu. Ancak bu alanda başka önemli romancıların olduğunu, yeni bir roman kanalının oluştuğunu da belirtmek gerek. Hesenê Metê, bu kanalın şüphesiz en önemli yazarlarından biri. Mehmed Uzun, sürekli bir ´gösterme´, hatırlatma gayreti içindeyken, Metê, tam tersine bu gösterme gayretinin kendisini anlatılarına taşıyor. Uzun´un, kendisini ´öteki´ne karşı konumladığı, yani içindeyken bile dışarıdan bir bakışa sahip olduğu söylenebilirken, Metê tam tersine, sahici bir zeminde, kendi durduğu yeri de eleştirerek anlatısını sürdürüyor. Dolayısıyla, Uzun´da sıklıkla görülen idealleştirme, yerini Metê´de benzerine az rastlanır şekilde, yabancılaşmaya, hatta bu yabancılaşmasının bile tersinden yaşandığı bir duruma bırakıyor.
Burada, yeniden Murat Belge´nin işaret ettiği noktayı hatırlatmakta fayda var: İçeriden bir bakış mümkün müdür? Kürt köylülerin durumunu serinkanlılıkla, idealleştirmelere başvurmadan, dışarıya karşı bir şey gösterme gayreti gütmeden yazıyor Hesenê Metê. Bu açıdan, Ecinni Labirenti, Kürt romanının en iyi örneklerinden biri olmasının yanı sıra, roman sanatının çokça işlediği yabancılaşma meselesine başka bir açıdan bakan, içeriden bir bakışın mümkün olduğunu gösteren, bu yönüyle de okunmaya d