Kuvâyi Milliye
Saat 21-22 Şiirleri
Dört Hapisaneden
Rubailer
Türk şiirinin çizgisini değiştirmiş, çok yönlü, evrensel boyutlu bir şair ve yazarın bu basım için yeniden gözden geçirilmiş, kaynak metinler esas alınarak düzeltilmiş külliyatı...
Tadımlık
Biz ki İstanbul şehriyiz,
Seferberliği görmüşüz :
Kafkas, Galiçya, Çanakkale, Filistin,
vagon ticareti, tifüs ve İspanyol nezlesi
bir de İttihatçılar,
bir de uzun konçlu Alman çizmesi
914ten 18e kadar
yedi bitirdi bizi.
Mücevher gibi uzak ve erişilmezdi şeker
erimiş altın pahasında gazyağı
ve namuslu, çalışkan, fakir İstanbullular
sidiklerini yaktılar 5 numara lâmbalarında.
Yedikleri mısır koçanıydı ve arpa
ve süpürge tohumu
ve çöp gibi kaldı çocukların boynu.
Ve lâkin Tarabyada, Pötişanda ve Adada Kulüpte
aktı Ren şarapları su gibi
ve şekerin sahibi
kapladı Miloviçin yorganına 1000 liralıkları.
Miloviç de beyaz at gibi bir karı.
Bir de sakalı Halifenin,
bir de Vilhelmin bıyıkları.
Biz ki İstanbul şehriyiz,
güzelizdir,
dört yanımız mavi mavi dağdır, denizdir.
Öfkeli, büyük bir şair :
Ey bin kocadan arta kalan bilmem neyi bakir
demiş
bize
ve bir başkası,
yekpare Acem mülkünü fedâ etti bir sengimize.
Biz ki İstanbul şehriyiz,
işte, arzederiz halimizi
Türk halkının yüce katına.
Mevsim yazdır,
919dur.
Ve teşrinlerinde geçen yılın
dört düvele teslim ettiler bizi,
gözü kanlı dört düvele
anadan doğma çırılçıplak.
Ve kurumuştu
ve kan içindeydi memelerimiz.
Biz ki İstanbul şehriyiz,
Fransız, İngiliz, İtalyan, Amerikan
bir de Yunan,
bir de zavallı Afrika zencileri
yer bitirir bizi bir yandan,
bir yandan da kendi köpek döllerimiz :
Vahdettin Sultan,
ve damadı Ferit
ve İngiliz muhipleri
ve Mandacılar.
Biz ki İstanbul şehriyiz,
yüce Türk halkı,
malûmun olsun çektiğimiz acılar...
919 Temmuzunun 23üncü günü
pek mütevazı bir mektep salonunda
inikad etti Erzurum Kongresi.
Erzurumun kışı zorludur, balam,
tandırında tezek yakar Erzurum,
buz tutar yiğitlerin bıyığı
ve geceleyin karlı ovada
kaskatı katılaşmış, donmuş görürsün karanlığı.
Erzurumda kavaklar, balam,
Erzurumda kavaklar tane tane,
kavaklarda tane tane yapraklar.
Ve terden ve toz dumandan ve sinekten geçilmez
Erzurumda yaz gelip de bastı mıydı sıcaklar.
Erzurumun düzdür, topraktır damı.
Erzurumun güzelleri giyer, balam,
incecik ak yünden ehramı.
Yürek boynun büker, balam,
Erzurumlu türkülere.
Halim selimdir Erzurumun adamı
ve lâkin dönmesin gözü bir kere!...
Erzurumda on dört gün sürdü Kongre :
orda, mazlum milletlerden bahsedildi
bütün mazlum milletlerden
ve emperyalizme karşı dövüşlerinden onların.
Orda, bir Şûrayı Millîden bahsedildi,
İradei Milliyeye müstenit bir Şûrayı Millîden.
Buna rağmen,
Âsi gelmiyelim diyenler vardı,
makamı hilâfet ve saltanata.
Hattâ casuslar vardı içerde.
Buna rağmen,
Bütün aksâmı vatan bir küldür denildi.
Kabul olunmaz, denildi,
Manda ve Himaye...
Buna rağmen,
İstanbulda birçok hanımlar, beyler, paşalar,
Türk halkından kesmişlerdi umudu.
Yağdırıldı telgraflar Erzuruma :
Amerikan mandası altına girelim, diye.
İstiklâl, diyorlardı, şâyanı arzu ve tercihtir, amma
bugün bu, diyorlardı, mümkün değil,
birkaç vilayet, diyorlardı, kalacak elde,
şu halde, diyorlardı, şu halde,
Memâliki Osmaniyenin cümlesine şâmil
Amerikan mandaterliğini talep etmeği
memleket için en nâfi
bir şekli hal kabul ediyoruz.
Fakat bu şekli halli kabul etmedi Erzurumlu.
Erzurumun kışı zorludur, balam,
buz tutar yiğitlerin bıyığı.
Erzurumda kaskatı, dimdik ölür adam,
kabullenmez yılgınlığı...
İstanbulda hanımlar, beyler, paşalar,
tül perdeler, kravatlar, apoletler, şişeler,
çıtı pıtı dilleri ve pamuk gibi elleri
ve biçare telgraf telleri
devretmek için Amerikaya Anadoluyu
şöyle diyorlardı Erzurumdakilere :
Bizi bir başımıza bıraksalar,
tarafgirlik ve cehalet
ve çok konuşmaktan başka müspet
bir hayat kuramayız.
İşte bu yüzden Amerika çok işimize geliyor.
Filipin gibi vahşi bir memleketi adam etti Amerika.
Ne olacak,
biz de on beş, yirmi sene zahmet çekeriz,
sonra Yeni Dünyanın sayesinde
istiklâli kafasında ve cebinde taşıyan
bir Türkiye vücuda geliverir.
Amerika, içine girdiği memleket ve millet hayrına
nasıl bir idare kurduğunu
Avrupaya göstermek ister.
Hem artık işi uzatmağa gelmez.
Çok tehlikeli anlar yaşıyoruz.
Sergüzeşt ve cidâl devri geçmiştir :
Türkiyeyi geniş kafalı birkaç kişi belki kurtarabilir.
4 Eylül 919da toplandı Sıvas Kongresi,
ve 8 Eylülde
Kongrede bu sefer
yine ortaya çıktı Amerikan mandası.
Ak koyunla kara koyunun
geçitte belli olduğu günlerdi o günler.
Ve İstanbuldan gelen bazı zevat,
sapsarı yılgınlıklarıyla beraber
ve ihanetleriyle birlikte
bir de Amerikan gazeteci getirmiştiler.
Ve Erzurumlulardan ve Sıvaslılardan ve Türk milletinden çok
işbu Mister Bravna güveniyorlardı.
Bu zevata :
İstiklâlimizi kaybetmek istemiyoruz efendiler!
denildi.
Fakat ayak diredi efendiler :
Mandanın, istiklâli ihlâl etmiyeceği muhakkak iken,
dediler,
Herhalde bir müzâherete muhtacız diyorum ben,
dediler,
Hem zaten,
dediler,
birbirine mani şeyler değildir
istiklâl ile manda.
Ve esasen,
dediler,
müstakil kalamayız böyle bir zamanda.
Memleket harap,
toprak çorak,
borcumuz 500 milyon,
vâridât ise 15 milyon ancak.
Ve Allah muhafaza buyursun
İzmir kalsa Yunanistanda
ve harbetsek,
düşmanımız vapurla asker getirir.
Biz Erzurumdan hangi şimendiferle nakliyat yapabiliriz?
Mandayı kabul etmeliyiz, hemen,
dediler.
Onlar dretnot yapıyor,
biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz.
Hem, İstanbuldaki Amerikan dostlarımız :
Mandamız korkunç değildir,
diyorlar,
Cemiyeti Akvam nizamnamesine dahildir,
diyorlar.
Ve böylece, bin dereden su getirdi İstanbuldan gelen zevat.
Sıvas, mandayı kabul etmedi fakat,
Hey gidi deli gönlüm,
dedi
Akıllı, umutlu, sabırlı deli gönlüm,
ya İSTİKLÂL, ya ölüm!
dedi.
Kambur Kerim de böyle dedi aynen.
Adapazarlıydı Kambur Kerim.
Seferberlikte ölen babası marangozdu.
Seferberlik denince aklına Kerimin :
çok beyaz bir yastıkta kara sakallı bir ölü yüzü,
Fahri Bey çiftliğinde patates toplayıp
kaz gütmek,
mektep kitapları
ve bir de saçları altın gibi sarı
fakat alnı çizgiler içinde anası gelir.
335te Kerim Eskişehir e gitti,
mektebe, teyzelerin