Dünyayı, gizli bir pencereden bakar gibi dikizler ve sıkıldığımız zaman televizyonu kapatırız. Bu kadar yirminci yüzyıl yeter, deriz, yukarı odamıza çıkarken. Ama uzakta bir uğultu var, kıyıya hücum eden bir med cezir dalgası gibi. Yirmi birinci yüzyıl geliyor, kertenkele gözlü zalim uzay yaratıkları ya da uçan metal sürüngenlerle dolu bir uzay gemisi gibi tepemizde beliriyor. Er ya da geç kokumuzu alacak, dayanıksız barınaklarımızın çatılarını demir pençesiyle parçalayacak ve o zaman biz de bütün diğerleri gibi çıplak, titrek, aç, hasta ve umutsuz kalacağız. (...) Orada durabilirdim. bilmemeyi seçebilirdim ama sizin de yapacağınız şeyi, buraya kadar okuduktan sonra sizin de yaptığınız şeyi yapmayı seçtim. Bilmeyi seçtim. Çoğumuz böyle yaparız. Ne olursa olsun, bilmeyi seçeriz ve bu sürçte kendimizi yaralarız. Ne olursa olsun, bilmeyi seçeriz ve bu süreçte kendimizi yaralarız. Gerekiyorsa, bunun için ellerimizi ateşe sokarız. Tek dürtümüz merak değildir. Sevgi ya da acı ya da umutsuzluk ya da nefret de bizi harekete geçirir. Ölmüş olanın peşinden casusluk yaparız azimle: Mektuplarını açar, günlüklerini okur, çöplerini karıştırırız. Bir ipucu, son bir söz, bir açıklama arayarak, bizi terk etmiş olanlardan. Bizi bir çantayla, çoğu kez sandığımızdan daha boş bir çantayla başbaşa bırakmış olanlardan.