Felsefe, insanın doğa içinde kendi farkına varma süreciyle paralel giden uzun ve çetrefilli tarihinde, pek çok tanıma konu olmuş, farklı dönemlerde yeni tanımlar ve işlevler kazanmıştır. Bu tanımların en eskisi ve felsefeye adını vermesi bakımından da en meşhuru, insanın evrendeki konumunu, çaresizliğini, yalnızlığını, yetersizliğini, bir anlamda da trajik kaderini dile getirir: hikmeti sevmek. Eski Yunanda bilgi ve hikmetin tanrılarda bulunduğuna ve hikmete sahip olmanın Tanrılara özgü bir hak olduğuna inanılırdı. İnsan tanrı olmadığına göre onun hikmetle ilişkisi ancak hikmeti sevmek olabilirdi. Dolayısıyla hikmeti sevmek veya philo-sophia, insanın evrendeki konumunu ve yetersizliğini bilmesinin bir ifadesiydi. Başka bir ifadeyle felsefe, insanın göksel ve yersel varlıklar arasındaki konumuna dair bir bilincin ve itirafın dile getirilmesinden hareketle insana kendi hakikat ve mahiyetini bazen doğrudan bazen dolaylı öğreten meşakkatli ve uzun bir sürecin adıydı.