Yirmi yaşımdaken annem bana şöyle demişti:
´Manastıra girseydim, hem kendim, hem başkaları için en iyisini yapmış olacaktım.´
´Eğer manastıra girmiş olsaydın ben dünyaya gelmezdim´ dedim.
´Dünyaya gelmen daha önce kararlaştırılmıştı oğlum´ dedi.
´Evet ama, dünyaya gelmeden çok önce seni annem olarak seçmiştim ben´ diye karşılık verdim.
´Dünyaya gelmeseydin cennette bir melek olarak kalacaktın.´ dedi.
´Ama ben hala bir meleğim,´ diye cevapladım.
Gülümsedi ve dedi ki ´Kanatların nerede peki?´
Elini tutup omuzuma koydum ve ´Burada,´ dedim.
´Kırılmışlar,´ dedi.
Bu konuşmadan dokuz ay sonra, annem dönülmez ufukta yitip gitti. Ama ´kırılmışlar´ sözü içimde yankılanmaya devam etti ve bana ´Kırık Kanatlar´ı, esinletti. (Aşk Mektupları, sayfa 50-51)
1895´te ailesiyle Lübnan´dan Amerika´ya göçen Cibran, dört yıl sonra 1899´da yaz tatili için, doğduğu Beşari´ye geldi. Bir genç kıza umutsuzca aşık oldu. Bu genç kızın kimliği ve ilişkilerinin şekli konusunda farklı tahminler varsa da, Cibran´ın bu ilk gönül ilişkisinde engellemeler ve hayal kırıklığıyla tanıştığı kesindir. Cibran sonbaharda Amerika´ya döndü. Bir kaç yıl sonra, bu mutsuz ilişkiyi Kırık Kanatlar´da anlattı.
Piskopos senden beni istedi ve bu kırık kanatlı kuş için bir kafes hazırladı. İstediğin bu mu baba?
Kader Selma´yı işte böyle yakaladı ve onu da aşağılık bir köle gibi, zavallı Doğu Kadının tören alayına kattı; o soylu ruh, çiçek kokularıyla ıtırlı bir gökte aşkın ak kanatlarıyla özgürce uçtuktan sonra tuzağa işte böyle düştü.
Ah Tanrım, bana merhamet et ve kırık kanatlarımı iyileştir.
(Arka Kapak)