Bugün soluduğumuz havanın önemli bir parçasını oluşturan kapitalizm, küçük bir adada, İngiltere´de gelişti ve tohumları dünyanın her yanına saçıldı. Kapitalizmle yalnızca sanayi gelişmedi; özel mülkiyet, bireycilik, yaşamın her alanının metalaşması, iyinin ve kötünün parayla ölçülmesine dayalı bir kültür ortaya çıktı. Ve Amerika üzerinden Kıta Avrupası´na dönerek bir dünya sistemi haline geldi. Yazılı tarihin belki de en önemli sorusu bunun nasıl olduğudur. Smith´den Marx´a, Weber´den Tocqueville´e düşünce dünyasının devlerini de meşgul eden hep aynı soru olmuştur: Neydi bu adanın sırrı? Genel kanı, 15. ve 18. yüzyıllar arasında yaşanan devrim ve onun yol açtığı köklü dönüşümlerdi.
Macfarlane aile, evlilik, aşk, nüfus, şiddet ve kötülük, doğaya karşı tavır, bireyleşme ve özel mülkiyet tutkusu gibi kültürel kalıpların zaman içindeki izlerini sürerek ve onları başka kültürlerle karşılaştırarak yepyeni bir iddayla ortaya çıkıyor. İngiltere hiçbir zaman köylü toplumu olmamıştır. Ve değişim içinde süreklilik vardır.
Yazar bizi kendi tarihimiz üzerinde yeniden düşünmeye, her şeyin değiştiği ya da değişeceği sihirli devrim anları aramak yerine toplumdaki sürekliliğin izlerini sürerek mevcut kurumsallaşmaları anlamaya kışkırtıyor.
Oyunun kurallarının değiştiği, yeniliğin ve geçmişin reddinin doğurduğu devrimler vardır ve olacaktır, ama her devrimin içinde devindiği kültürel ortam o devrimlere de damgasını vurur.
Neden doğayı hırpalarız, aşklarımız şiddetlidir?