Üniversiteli iki genç. Biri, lise öğrenimini İçege´de tamamlamış. Öteki, soyu Osmanlı´ya dayanan varsıl bir ailenin oğlu. Eylemlere karıştıkları için 12 Mart ortamında aranmaktadırlar. İstanbul´dan kaçmaya karar verirler. Umutla umutsuzluğun kıskacında bocalarlar, yolları ayrılır. Eylemcilerden biri, üniversiteden tanıdığı, sonraları devrimciliği unutup düzene uymuş saydığı arkadaşının düğününde bulunma bahanesiyle izini kaybettirmeyi yeğler. Öteki, Ankara´nın yolunu tutar. İkisi de eylemci serüvenlerini ayrı ayrı yaşarken yazar, bizi olaylarla dolaylı ya da dolaysız ilişkili kişilerin arasına, iki ayrı ortama götürüyor. Düğün hazırlıkları çevresinde Anadolu eşrafına, küçük esnafına, köylüsüne, kasaba memurlarına, ülke sorunlarıyla ilgili öğretmenlere, öte yandan büyük kentlerin aydınlarına, işadamlarına, politikacılarına, bürokratlarına değin uzanıyor. Bu arada yürekleri dağlanan analar, babalar, kardeşler, yakınları... Ve vurdumduymazlar; gününü gün eden, hazıryiyici, kentsoylu kadınlar, birbirleriyle sürtüşen, didişen kasabalılar... Yazar, bir yandan kişilerin davranışlarını, konuşmalarını nesnel gerçekçi bir anlatımla betimliyor, bir yandan da, okuru, zaman zaman dudak ucuyla gülümseten iç gözlemlerle ruhsal ayrıntıların derinliklerine iniyor, görünüşlerin arkasındaki gizli hesaplara, asıl niyetlere, tedirginliklere ışık tutuyor. Bir bakıma, hem soruyor, hem de sormamızı istiyor; acaba insan, bencilce iç güdülerin tuzağına düşmeden, kendi çıkarlarına aykırı düşünce üretebilme gücünden yoksun mu?.. İşte, umutla umutsuzluğun tam ortasındayız. Onlar, özveriyi, gözüpekliği her şeyin önünde saydılar, coşkuyla devrimci duygularının peşinde koştular, geride acılar bıraktılar. Belki de böyle sürüp gidecek. Toprak suyu eminceye, güneş toprağı kurutuncaya kadar... KANLI DÜĞÜN, yerleşik bir çalışmanın ürünü olan, uzun süre izi kalabilecek, toplumsal olayları değerlendirirken bize, bir görüş açışı kazandırabilecek usta işi bir roman.