Altmışlı yılların başından bu yana kırk küsur yıllık şiir yolculuğunda, hemen her yere hemen her insana uğramış, geceyle yorulmuş günle doğrulmuş şiirler... Her mevsimden her coğrafyadan beslenmiş Berfenin şiiri.
Kısaca tarif edersek: Dünyalı, kronik...
şimdiye dek yayımlanan tüm şiirlerini
biraraya getirirken adını Kalfa koydu...
Hep ironik.
Tadımlık
BİR GECE KONUŞMASINDAN
Şiirim hüznümün içinde yaşar
Bilmem sesi tutar mı seni
Çünkü bir gemi bir bilinmeyendir
Direklerini uzatmış göğe
Bulutları toplar
Yanmış ışıkları karanlıktan
Güneş evine çekildikçe
Geçici ve kırmızı evine
Yüzüm gülmüyor sararmaktan
Hüznümün içinde soluklanır şiirim
Oldukça yorgun bir yanı eksik
Bilmem sesi tutar mı seni
Saplanmış bir kumsala ki
Yakmış denizini çoktaan
Şiirimin içinden geçer hüznüm
Ayakları yok elleri var uzunca elleri
Sanımca titrek biraz öne büyümüş
Bilmem sesi tutar mı seni
Soyut, Kasım 1965
GÜNE DORU
Ay alkol kokulu yatağıma giriyordu
Kıskanç bir kelebekti yüzü kaçtı elimden
Yaşlı bir memur olan güneş geldi
Gece bir kertenkele oldu kaçtı elimden
Şehri bekleyen bulut beni bekleyen gelin
Kuşan yumuşak beline geceyi günü unut
Yarın yine gel otur derin sedirine
Islatsın dağ başını beyaz göz yaşın
Ben gidiyorum yıldızları unutma
Otobüsler geçiyor şehir bağırıyor
Sar sen onu geniş işlemeli duvağınla
Şimdi bana güneşin harmanında rastlanır
Soyut, Aralık 1965
DUYGUSAL BİR GÜZ AKIMI
Şehri iplerinden çözen ağır kanatlı hayvanlar
Fayton sürücüleri
Çatanası bir dalgaya kıstırılmış geceden
Şehre iniyor
Uykusuz saatlerin soğuk sesinden
Uzansa elim
Şehrin buğulu giysisi
Uzun ve derin sarhoşluk
Bir falcı kadından edinilmiş gözlerimi sektiren
Çığlıklarıyla gövdeme sarılan o büyülü yollar
Sarhoşluk
Kim hatırlar şimdi uğursuz iskelede dolaştığımı
Çivit renkli ikindileri
Rıhtımda soluksuz koştuğumu
Bir kalkar bir konardı
Tunanın Macar gemileri
Üstüme vurulan kilitler
Kara gökler örerdi bana
Kim hatırlar bunları şimdi
Çünkü yaşadığım değil
Sızlandığım bir gün
Boğazımda düğümlenen ıssızlık
Büyüyen ıssızlık
Ama yine de duygusal bir güz akımıdır
Şehirle aramdaki
Şiir Sanatı, Aralık 1965
EKSİK
İşte orda camda
Yüzünde hüznün resmi
Tüyleri yok sıkıntıdan
Uzak uzaklara benim gibi
Orda işte telin üstünde
Gözleri buğday bir serçe
Ürküyor sesten seslerden
Yüzünde hüznün resmi
Şiir Sanatı, Aralık 1965
YANGINLAR ÖLÜLERE BENZER
O bitmeyen yangınların tutturduğu ses
Döne döne çıkıyor kayalardan
Bir ölünün çığlığı gibi deşiyor
Yastığının altından lavantalar çıkan
Beyaz güneşiyle sevişen
Uzun esmer ve dar ölünün
Dikenli çığlığı gibi
Yorgun yüzleri geniş elleri
Bilmeli ki yangınlar ölülere benzer
Sincaplar kaçışır orman yangınlarında
Dolar alevlerin gölgesiyle sular
Toprak olur gerili gözlere dönen evler
Şiir Sanatı, Ocak 1966
UZAKTA
Uzaktayım bir başıma sakallı
Gözyaşımın sana uzayan kıyısında
Önümde beyaz insan dizileri sürüngenler
İçiyorum akşamı akşam bitmeden
Tabiatın gömleğime değen boz ağıtında
Yalnız bir söğüdün altında yalnız
Nicedir köpüksüz suları dinliyorum
Evlerin dağlara bakan sessiz yanlarını
Ve sık yeşilini üstüme geren koruyu
Ötede gece hışırdıyor otele dönüyorum
Sanki küçük bir adada toplanıyor günlerim
Gürültüler yükseliyor geçip ağaçlarından
Şehrin çok ağızlı küstah mahmuzu
Ayırır beni senden ayırır senden
Senden ah güz tavırlı kumral sevgilim
Soyut, Ocak 1966
RAHİBE
Gün küçülmüş bir güneşle döner
Benim yeni sevgim de döner
Kısık sesli rahibeler gibi
Uçuk rengiyle dolaşır
İçime eski perdeler iner
O zaman bavulumu alır giderim
Bu şehirde geçen hayatımı doldururum içine
Terliklerimi tahta masamı bütün sevdiklerimi
Bir de o uzun yasımı koyarım
Hiçbirini incitmeden kararlı ellerimle
Sokaklarda koşanlara bakarım
Yağmura çocuklara ihtiyarlara
Bir ölüyü bir güvercine değişenlere
Sallantılı gözlerimle bakarım
Bavulumu alır giderim bir ara
Yüzün beni görmekten gerilmez
Gün ışığı görmeyen bir avlu değildir
Çünkü yüzündür seni gizleyen
İki üzgün gözle bezenmiş
Durmadan bir aşkı seyirir
Ama istersen kırlara çıkabiliriz seninle
Patika esirgemez kendini bizden genişler
Geçer çimenlerin dilindeki pelteklik
Tabiatın gür sesli yalvacı susar
Başlar pırnallarda bir dayanıksız panik
Sen basma bir yeldirme giyersin
Ben partal postallarımı
Polkalar çalan postallarımı
Çatlamış yere bakan postallarımı
Yağmurça gibi koşarsın sen
Özürsüz ince ayaklarınla
Bulutlar yelelerini önümüze serer
Ağladığın yıllar geride kalır
Gizlenir yalgınlar yaftaları yırtılır
Karşımıza ne çıkarsa üleştiririm
Bir rahibe sessizliğiyle girenleri uykuma
Seninle girenleri sensiz girenleri
Beni örten alıkoyan hayatımı
Kanımı sıcak tutacak ölümümü
Ne çıkarsa unutmam üleştiririm
Çünkü sen görünmeyen bir yağmurça gibi koşarsın
Ben biraz sonra ölecek bir yatalak gibi
Yaşlı nalbantlardan kalmış yüreğimle
Sesimin ucunda öbeklenmiş hüznümle
Çıkarır veririm sana acılarımı mirasımı
Çünkü şehrin gürültülü ağzını
Akşamla esneyen ağzını bilirim
Bulanık bir sabahı sayıklar o
Göğün titiz bir hareketle göğerttiği
Alıngan yavukluların bulunduğu
Sıkıntı veren dar bir evdir
Bu dar evi çok iyi bilirim
Bildiğim için bavulumu alır giderim
Yüzünü alır giderim
Beni korkutan şimşeklerin aydınlattığı
Sesini bile alır giderim
Soyut, Mart 1966
KUŞ AACI
Kovmayın beni odalar kovmayın
Beni yoksul bir çocuk sayın
Çünkü sizsiniz hüznümün otağı
Gecenin yankısıdır bu saatler
Gün bitiyor bir sokağın ucunda
Gelmiş acım yarasalar uçmuş
Eksilmiş her şey uzun bir yolda
Bükük ince boyunları durur bulutların
Beyaz bir mermer genişler genişler
Giden güneşle sevişir kuş ağacı
Dudakları yapraktı şimdi dal gövde olmuş
Susar göğün kucağında emekler
Dalgın yapraklarıyla kendini unutmuş
Bense her zaman eriyen mumyayım
Kovmayın beni odalar kovmayın
Ki canlanayım sevincimi görmüş sesinden
O ayak basılmamış parklar örerdi bana
Yeni bir yeryüzüne çıkardım çiçeklerinden
Soyut, Nisan 1966