Modern iktisadın en gözde tarihî romanlara taş çıkartacak hoş, ilginç bir hikâyesi vardır. Öğrencilerin bu dersi genellikle sıkıcı, kasvetli veya donuk bulmalarının en başta gelen nedeni ders kitaplarında iktisadî düşüncenin serüveninin adeta bir ölü iktisatçılar geçidi şeklinde anlatılmasıdır. Çoğunlukla, iktisadî öğretilerin tarihsel seyri tutarlı ve bütüncül bir çerçeveye oturtulmadan, kronolojik bir sırayla, öğrencilere yığınla isim, eser ve görüş anlatılır. Zavallı öğrenci de derste iktisadî düşüncenin evrimini anlamak yerine daha çok, bu kadar ismi ve görüşü sınavda nasıl hatırlayabileceği endişesiyle kıvranır durur.
İşte elinizdeki kitap, söz konusu dersi sıkıcılıktan kurtarma ve gerek öğrenci, gerekse hoca için daha çekilir ve daha kolay anlaşılabilir kılma yolunda üç önemli yenilik sunuyor, ki bu kısmen, Piyasada bunca İktisadî Düşünceler kitabı varken yeni bir kitap daha çevirmeye gerek var mıydı? sorusunun da cevabını oluşturmaktadır: 1) İktisadî düşüncenin gelişimini içsel tutarlılığı olan bütüncül bir çerçeveye oturtmak, 2) İktisat bilimine katkıda bulunmuş büyük insanları sarkaç değil, totem direği yaklaşımına göre sıralamak, 3) İktisatçıların özel hayatlarından kesitler sunarak onlarla insani bir iletişim kurmamızı kolaylaştırmak.
Peki sarkaç ile totem yöntemi arasındaki fark nedir? Sarkaç yaklaşımına göre düşünce yelpazesi aşırı soldan aşırı sağa uzanan bir yörüngeye oturtulmakta, aşırı soldan başlayarak biraz içeride radikalizm, sonra liberalizm, daha sonra muhafazakârlık duraklarından geçilerek aşırı sağa varılmaktadır. Buna göre örneğin Smith, Marx ve Keynes bir sıralamaya tâbi tutulacak olsa, radikal kanadı Marx, muhafazakâr kanadı Smith, ortadaki ılımlı ve dengeli konumu simgeleyen liberal kanadı ise Keynes temsil etmektedir. Oysa Skousen kitabında Marx ile Smith'i birbirinin simetriği olarak gösteren ve Keynes'i öne çıkaran bu yaklaşımı bir kenara bırakarak, en fazla sevilen kabile şeflerini en tepeye, daha az sevilen şefleri onun altına sırasıyla yerleştiren kızılderili geleneklerinden ilham alan totem direği yaklaşımını denemektedir. Buna göre, iktisadî özgürlüğe ve yükselen hayat standardı anlamında en hızlı iktisadî büyümeye katkıda bulunma kriterine göre en başarılı iktisatçıyı en tepeye, daha az özgürlüğü savunan ve önerdikleri politikalar daha yavaş büyümeye yol açan iktisatçıları ise daha alt sıralara yerleştirmek gerekmektedir. Nitekim, bu yaklaşım denendiğinde yukarıdaki sıralama değişmekte, Smith'in savunmuş olduğu bireylere ve firmalara maksimum özgürlük ve minimum devlet müdahalesine dayalı laissez-faire kapitalizmini en fazla benimsemiş ülkelerin daha hızlı büyümüş ve daha yüksek yaşam standardını tutturmuş olmaları nedeniyle, Smith direğin en tepesine yerleşmeyi haketmektedir.
Kitaptaki bu yeniliklerin yanında iktisat düşünürlerinin hayatlarından alıntılanan kesitler ilgi çekicidir. Adam Smith'in evinin yolunu şaşıracak kadar dalgın ve aynı zamanda uyur gezer olduğunu, Marxın kafataslarını inceleyerek insanların kimlikleri ve kişilikleriyle ilgili yorumlarda bulunmaya meraklı olduğunu, John Stuart Millin üç yaşında Yunanca, sekizinde Latince, ondördünde iktisat öğrenip yirmisinde sinir hastası hâline gelen bir talihsiz olduğunu, Weber ile Schumpeter'in Viyana kahvelerinden birinde Sovyetler Birliği'ndeki kanlı devrim üzerine birbirlerine bağırarak kavga ettiklerini öğreniyoruz.
İktisadî Düşünce Tarihi: Modern İktisadın İnşası, iktisadi düşünce tarihine taze, sağlam ve etraflı bir giriş yapmak isteyenlerin ve iktisada ilgi duyanların başucu kitabı olmaya adaydır.