Hayallerle büyüdüm ben. Çatılarda, bulutlarda gezdim, bıçak sapından mikrofonumu kaptım, otomobillerin üstünde, gökdelenlerin tepelerinde şarkılar söyledim. Şimdi usulca insem yere... Okula gitsem, harfleri, sayıları yan yana getirsem, maket ev yapsam, kanat taksam, kelebek olsam, kitapların dilini çözsem Eksikliğim vurulmasa yüzüme... Yok sayılmasam... Sen de bizim gibisin, dense... Kulağın zayıf ama bizden iyi görüyorsun, iyi hissediyorsun, iyi kalpli bir çocuksun, deseler... Davul sağırı değil kulaklarım. Tıkaç gibi bir engel var, seslerin içime serpilmesini önleyen. Doğadaki seslerin düğmesi sonuna kadar açılırsa tıkaç vıın, diye uçuverecek göğe.
Hayat tersine başlar Yağmur için. Doğunun kurak ikliminde, yağmur çatıları döverken, ortalığı sular seller götürürken doğar. Doğduğunda ne yağmurun sesini duyar ne de kendi çığlığını; horozların sabah çağrısı değildir onu uyandıran, annesinin adını seslenmesi değildir ona evinin yolunu bulduran. Hastalıklı derler, eksik, kötürüm derler Yağmur´a... Tüm bu karalamalara, tüm bu küçümseyici bakışlara rağmen, tutunmakta kararlıdır Yağmur hayata; çünkü tutkundur çiçeklere, hayvanlara, insanlara... İnadına tutkundur! Köyden İstanbul´a göçtüklerinde, bambaşka serüvenler, dostluklar ve hiç akla gelmeyecek bir gelecek öyküsüyle karşılaşır Yağmur. Sevilen yazarımız Sevim Ak´ın bu son romanından yalnız çocukların değil, büyüklerin de öğreneceği çok şey var.