Dinin temel kaynaklarından biri olması nedeniyle hadislerin Hz. Peygamber'e aidiyetini tespit, İslam'ın ilk döneminden itibaren hemen her alimi ilgilendiren ciddi bir problem olarak görülmüş; dolayısıyla rivayetlerin sahih olanı ile uydurma olanını birbirinden ayrıştırabilmek için, Kur-an'a ve Sahih Sünnet'e aykırı olmamak gibi birtakım kriterler konulmuştur.
Hadislerin sıhhatlerini tespitte kullanılan bu kriterlerin, tarihi süreç içerisindeki kültürel ve siyasi gelişmelere paralel olarak belirlendiği ve bilahare hadis tenkit sisteminin kurulduğu bilinen bir gerçektir.
Mesela isnad sorma geleneği bu şekilde başlamış ve sonraki dönemlerde hadis tenkit sisteminin vazgeçilmez bir unsuru haline gelmiştir. Söz konusu bu sistem içerisinde akla uygunluk ilkesine de belli bir yer verilmiştir. Ancak batı dünyasında 16. yy.'da başlayıp 19. yy.'da zirveye ulaşmış olan akılcılık akımı, ekonomik açıdan geri kalmış, kültürel olarak da pasifleşmiş olan İslam dünyasını etkisi altına almış; böylece hadis tenkit sisteminin bir parçası olarak görülen akıl, kendisine atfedilen gizemli güç nedeniyle, rivayetlerin tespit ve değerlendirilmesinde, hatta bütün değerlerin tespitinde önemli bir mihenk taşı haline dönüşmütür. İşte bu noktada akliliğin ne olduğu neyin akli olduğunun nasıl tespit edileceği v.b. soruları ele almaya çalışan yazar, özel olarak rivayetlerin Hz. Peygamber'e aidiyetini tespitte akla verilebilecek rolü tartışmaktadır.