Sanatına yansıttığı düşlerindeki yaşamı yaşayabilmek için Paul Gauguin gibi kararlı davranan sanatçıya sanat tarihinde az rastlanır. O, iki dünya arasında yaşadı. Sanatı aracılığıyla, hiç de iyi gözle bakmadığı uygar dünyaya ayna tuttu ve bir seçenek sundu: Tüm yalın, çocuksu uyumuyla ilkel yaşam.. .Bu değişik dünyanın resimlerini yapmak Gauguin`e yetmedi; o bu dünyayı yaşamak da istiyordu. O dönemde çoğalan gazete röportajlarının ve dünya sergilerinin etkisi altında kalanlara, güney Pasifik `egzotikliği`nin yalnızca gündelik yaşamdan zorlama bir kaçıkş olmadığını kanıtlamak istiyordu. Sanat ile yaşam, imgelem ile düzen arasındaki yeni birliği kendi kişiliğinde yaşama geçiren Gauguin, 20. yüzyılın başta gelen bu özelliğini en önce algılayanlardan biri olarak modernizmin gerçek öncüleri arasında yer aldı.