1987-´91´de Türkiye işçi hareketi yeni yükselişe sahne oldu.
Bu aslında yeni bir imkanın doğduğu anlamına geliyordu.
Ancak Türkiye devrimci ve komünist hareketi henüz kendini ilk tasfiyeci sürecin politik ve örgütsel etkisinden kurtaramadan, dünya çapında etkili olan yeni bir karşıdevrim dalgasının ideolojik politik etkisi altında yeni bir sarsıntı geçirdi. Yeniden ayağa kalkan işçi hareketinin (´87-´91) ortaya çıkardığı devrimci imkanları değerlendiremedi. Tarihi materyalist araştırmacılar, Grek insanını anlatırken onların önemli bir yanma parmak basarlardı; Grek insanı sorulardan önce yanıtlarını biliyorlarmış. Bu, Grek´lerin yoğun kültürel birikiminin bir ifadesi anlamına gelse de bu anekdotu tersinden (kendi gerçekliğimiz açısından) şöyle de anlayabiliriz; Türkiye devrimci ve komünist hareketinin kültürel ve tarihsel bilinç zayıflığını hesaba katarak söylemek gerekirse; Türkiye devrimci ve komünist hareketi, sorular ve nedenlerden çok, herşeyin cevabını bilen bir konumda olduğunu yansıtıyor/sanıyor. Lucas´ın deyişiyle; Akan kanlarım erguvan rengi çeliğe dönüştüremedi Türkiye sosyalist hareketi. Bunu 1996´nın dünya çapındaki tarihi Temmuz manifestosu ile de (Ölüm Orucu eylemi) başaramadı. Yine 1997´nin ilk aylanndan itibaren başlayan MGK´nın reformist tasfiyecilik temelindeki yeni bir üçüncü tasfiyecilik dalgası anılmaya değer bir özellik göstermektedir. Birçok önemli neden olsa da, bunların basında, sosyalist hareketin işçi sınıfı hareketiyle aynı nehrin yatağından akıtılamamış olmasının yarattığı sorunlar gelmektedir.