Ortabeyin varlığı, doğuştan getirdiği, hazır davranış programları, öteki terimle, içgüdüler sayesinde, çevre ile optimal bir uyum sağlamışlığın kesin güvencesine ve koruyuculuğuna sığınmıştı. İçgüdü, türün, milyonlarca yıl süregelmiş çevreye ayak uydurma faaliyetinin deneyimlerinden 'damıtılmış' bilgiydi aslında. Bu bilgi, dış dünyanın, doğal çevrenin bilgisinden başka bir şey olmadığı için; içgüdü, gerçekliğin ortabeyindeki varoluş tarzıydı; dolayısıyla, hazır, doğuştan programların taşıyıcısı olan ortabeyin, gerçekliği yansıtmıyor; bizzat 'yansıma' olma özelliği taşıyordu.
Bireysel deneyim toplayamama özelliği, ortabeyin varlığının özgürlüğünün sınırlarını da çizen etmendi. Güvencesi de, aynı sınırlara kadar geçerliydi onun. Hiçbir içgüdü, değişen çevre koşullarına göre yeniden şekillenemez. Ortalıkta onun açığını kapatacak büyük beynin yerinde henüz yeller eserken... Ama işte, bütün öteki özelliklerimiz gibi, büyük beyin de, evrimce, dünyayı öğrenmemiz, onu yansıtmamız için değil, sırf ayakta kalabilmemiz için, türümüzün hayatta kalabilme amacına katkıda bulunacak şekilde yapılaştırılmıştır.
Nasıl ki, gözlerimizin, dış dünyayı görselleştirmesi evrimin başta hiç de hesaba katmadığı bir 'hata' idiyse; gerçekliğin bilgisi de, anck hayatta kalmamıza katkısı kadar öngörülmüştü.
Evrimde, hayatta kalma ilkesine hizmet etme amacının ötesine taşacak bir gelişmeyi destekleyecek hiçbir neden bulunmamaktır.