Bir bahçe düşü kurmadığım zaman olmuyor neredeyse. Bir bahçe evet, şöyle
korunaklı, küçücük... Kıyısı boyunca renk renk ortancalar köpürecek. Duvarın
üstünden morsalkımlar sarkacak baharda, illa ki çelimsiz de olsa bir erik
olacak, bir ayva, bir çam... Erik ağacı, kış biter bitmez
ilkyazı müjdeleyecek. Sonra nişan geldi mi ayva, `bak işte, yaz geliyor` diyecek. Çam, dağların kokuşunu anımsatacak durduğu yerden. Bir küçük leylak ağacı köşede, buram buram kokutacak çiçeklerini. Sonra bir köşesinde el kadar bir toprağa maydanoz, kıvırcık, soğan, biber ekeceğiz. Küçücük bir bahçe işte, içinde gezinip sokağın kirinden arınacağız. Bahçe nedir ki zaten, bir kaçış ve sığınma yeridir. Toprakla haşır neşir olduğun, içinin karaşını döktüğün, yeğnelip kuşa döndüğün korunak. Ne diyordu Dağlarca bir şiirinde: insan sokakta olmayabilir/ bazı garip vakitlerde / muhakkak bahçelerdedir.
Mavisini Yitirmiş Yaşamak`ın, Günlük Güneşlik Şarkılar`ın, Günsarısının, Periyi Uyandırmak`ın yazarı Ali Çolak, `Bir Bahçe Düşü`nde `korunaklı bir bahçe`, hülyası kuruyor. Âşık olunan, dost bilinen ağaçlardan söz ediyor. Ve daha başka şeylerden... Otel odası yalnızlıklarından, sabah uykularından, yaz yolculuklarından, sokaklara `aşk` yazan adamdan... Kitabın ikinci bölümünde ise yazarın, edebiyatımızın ve yazı hayatının güncel sorunları üstüne yazdığı denemeler yer alıyor. Ali Çolak, okuruna uçup gidenin, parlayıp sönenin değil, ışığı sürekli olanın peşine düşmeyi salık veriyor. Bunu yaparken de denemenin tabiatına uyup yine bir şeyleri sevdiriyor, bir şeylerin tadına vardırıyor.