Sisin içinden biryerden sürünerek ilerleyen birya da bir şeyin hışırtıları geliyordu. Elli metre ötemizdeydi bulut. üçümüz de dikkat kesilmiştik, içinden ne gibi bir dehşetin fırlayacağına bakıyorduk. Holmes'ün dirseğinin yanındaydım. Bir ara yüzüne baktım. Soluktu ama canlıydı; gözleri. ay ışığında pırıl pırıl parlıyordu. Fakat birden kaskatı oldu, bakışlar ve dudaklar hayret içinde aralandı. Aynı anda Lestrade korkunç bir çığlık atarak, kendini yere attı. Ben ayağa fırladım.
Kaskatı kesilmiş elim tabancamın kabzasında, zihnim sisin karanlıklarından üstümüzden sıçrayan o korkunç biçimin etkisi altında, felce uğramıştım. Bir köpekti bu, kocaman, kömür rengi bir köpek ama hiçbir ölümlü gözün görmediği gibi, korkunç bir köpek. Açık ağzından ateş fışkırıyordu. gözleri pırıl pınlyanıyordu. Sinir krizi geçiren bir beyinde uyanabilecek delice hayallerin bile hiçbiri bu kadar vahşi, korkunç ve cehennemi bir şekil ortaya koyamazdı. Sis duvarından üstümüze sıçrayan bu yabani hayvan kadar korkunç bir şey olamazdı.