Bir zamanlar bütün güller kartopu gibi bembeyazmış. Olacak bu ya, aşk günün birinde bülbülün kapısını çalmış. Bülbül güllerden birine aşık olup varmış. Bülbül aşık, bülbül tutkulu, bülbül tutuklu aşk kafesinde. Gönlünü, göğsünü siper etmiş güle. Bülbül aşkı için yanar tutuşur, yanık nağmeler ile yürekleri dağlamakta... Gül nazlı, gül merhametsiz gül acımasız zavallı bülbüle. Ak Gül bülbüle hiç yüz vermemiş. Evvela dikenlerini uzatmış aşık bülbüle. Ve bülbülün aşkını reddetmiş. Bülbül serden geçmiş, candan geçmiş. Öyle bir hale gelmiş ki, diken göğsüne batsın da kalbini yaralasın istemiş. Çünkü akan kanı dikene bulaşacak ve gülün rengini alacak. Gül rengini alan kan, isterse aksın son damlasına kadar. Bu ölüm değildi. Bu bülbülün ölümsüzlüğe attığı en güçlü adımdı. Ve sonra ölümsüzlüğü tadacaktı. Bu düşünce ve çaresizlik içinde bülbül, gülün dikenini koparıp onu kendi kalbine derinlemesine saplamış. Bülbülün kalbinden boşalan kan Gülün ak yapraklarını kırmızıya boyamış. O gün bu günder kırmızı gül tutkulu aşkın sembolü olarak anılmış, hafızalara kazınmış.